Biz 3 kardeş,
Gökten düşen 3 elma gibiydik…
Gencek’in en tepesinde toprak damlı, kayaların arasına taş duvarlarla örülmüş, ahşap düğmeli bir evde dünyaya geldik.
Çatımız topraktı. Mermer bir yuvağımız vardı. Zamanında çekersek yuvağı, kuru kalırdı odamız. Odunla, kömürle ısınırdı yuvamız, pekmezle ısınırdı kanımız. Sevgiyle huzurla dolardı, koca bir han gibi olurdu yuvamız.
Merdivenleri ve kat zemini ahşaptı. Naylon desenle kaplı kayrak sıvalı duvarlar; geyik, keçi, tavus ve keklik desenli duvar halıları ile süslüydü. Kıble yanında Mushaf ve kırk yamalı bir namazlağı asılı dururdu.
Tavan ahşaplarına gerilmiş bir ip olur, onlara asılmış üzümler dururdu.
Sayılı sayıda bakır tabak, kalıptan süslü metal kaşıklar, üç beş de bıçak olurdu.
Yere serilirdi soframız. Sofrada bir sini, sini de bir iki bakır tabak olurdu. Su dolu bir carkan, bir de bardağımız olurdu. Aynı bardaktan su içer, aynı tabağa kaşık sallardık. Yufkalarımız üst üste dururdu.
Evimizin alt katında samanlık, odunluk, avlu ve hayvanlarımız için ahır bulunurdu. Avlu da un ve buğday ambarıyla üç beş de su bidonu olurdu. Kara yemeniler yan tana dururdu. Bir musluğumuz vardı avluda, akardı ara sıra. Su yoksa giderdik Muyar’a.
Bir karyolamız, iki yer yatağımız vardı. Yatak kadar uzundu yastıklarımız. Yün yorganımız, battaniyemiz vardı. Kilimlerimiz el dokuması yeşil renkli Yörük usulüydü.
Eğri boynuzlu ve sığır sürüsünü yönetecek kadar akıllı bir ineğimiz, gel deyince gelen git deyince giden boz bir eşeğimiz vardı. Her gün ahırda aynı yerde yatan 7 keçimiz, yine aynı yere tüneyen 11 tavuğumuz ile onları korumak uğruna koca doğanı paramparça eden kırmızı ibikli bir horozumuz vardı.
İki soğuk dolabımız vardı. Biri evin alt katındaki karanlık odaydı. Dayanıklı meyve ve sebzeler, patates, soğan vs orda dururdu. Kimisi toprak içinde, kimisi toprak üstünde. İkinci soğuk dolabımız evin önündeydi. Yarım metre kadar derin, üstü tahta ve dikenli çalılarla kaplı kışlık minik bir bahçe gibiydi. Soğan, sarımsak, pırasa, turp, havuç toprağa gömülür, orda dururdu. Taptaze gelirdi sofraya.
Sobamız da vardı elbette. Üstünde su güğümü, fırınında kömbe olurdu. Ama evin üstünde, önünde ve içinde üç de ocağımız vardı. Üst tarafında yemek pişirdiğimiz üç saç ayaklı bir ocak vardı. Rahmetli anam üst katta, odunlukta veya damda meşgul ise, yemek orda pişerdi. Alt katta meşgulse veya hayvanlara bakıyorsa, yemek evin önündeki üç saç ayaklı diğer ocakta pişerdi. Evin üst katın arka tarafında bir avlu ve çıkış kapısı vardı. Yağmurlu ve soğuk havalarda emek orda eylenir, yemek ordaki ocakta pişerdi. Az olsa da herkese yeterdi.
Belki çile doluydu gayatımız, ama musmutluydu, sevgi doluydu yuvamız. Mutluluk pişiriyordu ocağımız.
Yeni bir evimiz oldu sonraları. Demir kapılı, kiremit kaplı, iki katlı. Hem dağ, hem köy, hem de göl manzaralı.
Öyle bir nazara geldik ki, kırıldı saç ayağı.
Kansere yenik düştü anam. Ülser oldu babam. Göçüp gidince anam, soğudu bizim ocak. Çaresiz kaldı babam. Yeniden evlense de bulamadı kaybettiği huzuru. Mutluluğumuzu çalıp gideni aradı, kanseri buldu anam gibi.
Dumanı tütmez oldu, körüktü gitti koca bir ocak! Ne ata kaldı, ne ana kaldı; ne sıcak bir yuva, ne de yanan bir ocak!
Peki gayri ne olacak? Huzur öldü mü? Sevgi ocağı söndü mü? Umut yok mu oldu? Göçenler göçüp gitti de, kalanlar güldü mü?
Evet, biz 3 kardeştik.
Gökten düşen 3 elma gibiydik…
Sonra beş olduk. Gün gelir, inşallah beşi birlik oluruz.
Ne yağmurlar, ne dolular, ne sürgünler gördük. Meyvedik, tohum olduk, toprak olduk, fidan olduk, derken şimdi meyve veren birer ağaç olduk. Birer dal, birer kök olduk ağaca.
Kim bilir, belkide birer saç ayağı oluruz; birimiz ateş, birimiz kor, birimiz de can oluruz, kül oluruz ocağa.
Ya siz dostlar, yok mu sizin de benzer dertleriniz? Yok mu gurbetiniz, kederiniz, hasretiniz? Saray mı, yoksa virane mi ocağınız? Sakın ha yalan söylemeyin! Söyler dağlar taşlar, anlatır kuşlar. Herkes sussa da, susmaz ocakların külleri. Dedeleri, ebeleri, yol gözleyenleri. Ne acılar unutulur, ne sevinçler, ne mutluluklar, ne de hatıralar.
Bakın, yan yana yatıyorlar; koca bir ocak olmuş dedelerimiz, ebelerimiz.
Ya biz neyi bekleriz!..
Yusuf Avcu
Fotoğraf: 1987
Yorumlar
Yorum Gönder