Hikmet Ne Demek?





İnsan düşüncesini ve gönlünü bulanıklıktan kurtaran, vicdanına bir yol rehberi sunan ve o yolu aydınlatan; bu aydınlıkta varlıklardaki sanatı, sanattaki mesajı okutturan önemli kaynaklardan biri de  hikmettir. 
Kainatın inceliklerini üstün ilimle bilmek manasına gelen hikmet, bir uykudan, bir yağmurdan, bir yumurtadan, bir sütten ders çıkarabilmektir. Allah Kur’an’da baldan övgü ile bahseder. Oysa biz tadından hoşlandığımız halde yerken onu yaratan Allah’ı düşünemiyoruz. Yine sütten övgü ile bahseder. O süt hayvanın damarlarının arasından süzülerek gelir, ama bir damla kan bulaşmaz. Su yerden çıkar, gökten iner, ama pırıl pırıldır. İşte hikmet budur. İnsan yediğinden içtiğinden her şeyden ibret alır. Allah bunu her kuluna da vermez. İnsanoğlu her şeye boş boş bakmamalıdır. Sadece yaratılan şeyin üstünlüğünü farkedip sadece ona hayranlıkla bakmalı ve ince ruhlu olmalıdır. Allah’ın yaratılan her şeydeki azametini büyüklüğünü görmek, ama ibadete yanaşmamak ise tezattır. Öyle ise hikmet ilim ve amel ile bütünleşmiş Allah’ın bir lütfudur
Bir meyvede Allahu Teala tat vermiş, renk vermiş, koku vermiş. Bunlar gibi bakarak görülen her varlıkta nice sırlar nice hikmetler gizlidir. İşte bu sırların, bu gizli hikmet hazinelerinin anahtarını Allah dilediğine verir. Fayda sağlayacak ve hatta kötülüklerin önüne geçecek sebepleri, sevap kazandıracak işleri yapabilme gücünü ve bilgisini akıl sahiplerinden dilediğine verir. Ve Allah kime hikmet verirse o muhakkak ki, birçok hayra erdirilmiş olur. Ya da onu kim kavramışsa, Hakk’ın lütuflarına mazhar olmuştur. Çünkü insan hikmetsiz binde bir hayra erişebiliyorsa, bir hikmet ile binlerce hayra erişebilir.

Hikmet dünya ve ahiretin hayrını içine alır. Hikmetsiz hayır ise bir vardır, bir yoktur.  Hikmeti veren Allah herhangi bir şarta da bağlı ve muhtaç değildir, ama alacak olan kul şarta bağlıdır . Hikmete düşünme ile başlar. Ancak bu temiz akıl ve temiz kalb ile olur. Allah'ın verdiği aklı şehvetlere ve şeytanın vesveselerine kaptıranlar ne kendi iç dünyalarındaki ilhamları, ne de dış dünyada olup biten ibretli sahneleri düşünüp anlayamazlar, kavrayamazlar. Çünkü hakkın ve hayrın alâmetlerini bilemediklerinden, onu seçip belirleyemezler ve bunu yapamayınca da hikmet yolunda ilerleyemezler. Büyük bir ilâhî lütuf olan hikmet, ancak temiz yürekli, temiz düşünceli gerçek akıl sahiplerine nasip olabilir. İnsanlar, algıladıklarını ve kavradıklarını bilirler ama, onu kendisine algılatanı bilemezler. Bilen ruhtur, akıl vasıta; gören ruhtur, göz vasıta…

Ancak ilk şartlar ve ilk sebepler, kayıtsız şartsız bir ön iradenin bağış eseri iken; hikmet düzeninde olayların cereyan şekli, kulun istek ve iradesi yanında ilâhî iradenin de o yönde tecellî etmesiyle meydana gelir. Kulun iradesi, bağlantı kurmaya yarayan küçük bir yoldur. Fakat kulun iradesi görünen sebep olsa da, ilahi irade gerçek sebebtir. Hikmet bir bakımdan Allah vergisi, bir bakımdan kulun kazanmasıyla ilgili sayılır. Ancak önünde ve sonunda ilâhî irade bulunmadan hiçbir şey meydana gelmez. Allah’ın iradesinin çok farklı şekillerde ortaya çıkıyor olmasından dolayıdır ki, hikmetin aslı ihsandır, hikmet eseri olan şeyler ise hem ihsandır, hem de gayret gösterilerek elde edilendir.

Akla yeni ufuklar açan, onun yolunu aydınlatan ve o aydınlıkta belki bir senede alınabilecek mesafeyi bir saatte aldıran ancak ve ancak fikirdir. Düşünerek doğru bilgiyi bulmak bilginin ve hakikatın asıl kaynağını bilmektir hikmet. Bulduğu ve bildiği hakikatleri hayata taşımaktır. Varlık alemini tüm inceliği ile tanımak, varlığı kendi gözüyle değil alemin sahibi olan Allah’ın istediği gözle bilmektir.

Bir şeyde kötülüğü gidermek ve iyiliği elde etmek varsa, işte onda hikmet mânâsı vardır. Bundan dolayı bir şeyin içinde gizlenen ve sonuç bakımından ortaya çıkacak olan fayda ve iyiliğe o şeyin hükmü ve hikmeti denilir. Güzeli ve kötüyü, iyiyi ve çirkini, doğruyu ve yanlışı iyice ayırt etmek ve doğru mekan ve zamanda yerine getirmek anlamı da taşıyan hikmet, sebepten önce olabildiği gibi, hedeften sonra da olabilir. Yani sebebin sebebi, amacın sonucu şeklinde ortaya çıkabilir. Bundan dolayı hikmet denildiği zaman, mutlaka ya bir sebep sonuç ilişkisi veya daha genel olarak bir sebebin nedeni ve buna benzer gerekçeli bir mânâ, ya da  bilimsel veya amelî herhangi bir doğru karar söz konusudur.

En genel anlamda hikmet, fayda, yarar ve ihkâm anlamlarından dolayı her güzel bilginin ve her faydalı işin ismi olmuştur. Bir işin önünü sonunu düşünerek ve ondan doğacak bütün tehlikeleri bertaraf etmeyi gözeterek yapmak manasına gelir. Dolayısı ile, hem ilim, hem iş yapma hikmetin en esaslı mânâsını teşkil eder. Sadece görüp öyle yapan, bilip yapan kadar muvaffak olamadığı gibi, bilip yapan da, vicdanında duyup yapan kadar muvaffak olamaz. Her sarı, altın; her parlayan, ışık; her akan, su değildir. Çocuklar, iğne ve ilacı sevmezler, ama ateşle ve yılanla oynamaya bayılırlar. İlim aklıyla hikmet aklı da aynıdır. Sevilmeyen her şey, mutlaka çirkin ve fena demek değildir. Hikmetin meseleleri o denli ince ve akıl üstüdür ki, ilhamla kanatlanmayan aklın ona ulaşması çok zor, hatta imkansızdır.

Hikmetin gayesi, Allah’a ve ruha giden yolları, bazen eserden eser sahibine, bazen de eser sahibinden esere ulaştırma şeklinde aydınlatmaktır. Her iki yol da, insanın niyeti ölçüsünde insanı mutlak güzelliklere ulaştırabilir. İlimler aklın ziyası ise, hikmet  ruh dünyamızda çakıp duran şimşekler gibidir.

Herhangi bir konuda kalbinden geçirerek ve dili ile söyleyerek, şu böyledir demeli, sorumluluğu unutmadan adaletli bir şekilde öyle yapmalı ve elde ettiği sonuçlarla vardığı kanaatlerle haksızlık yapmadan yapılan işte isabet sağlanmalıdır. İşte bu bir hikmet olur.

O halde yalnızca sözde doğru söylemek tek başına hikmet olmadığı gibi, yalnızca işi doğru yapmak da tek başına hikmet değildir. Konu hakkında gerçek ve doğru olan hükmü verirken, o hükmün gerçekten o olayın hakikatına uygun düşmesi, yani gerçek bilgiye dayanması, içinde bilgisizlik, yalan ve yanlış olmaması gerekir.  Harekette isabet ise, kötülüğü gidermek, iyiliği elde edebilmek şeklinde sonuçlanmalıdır ki, o işin hükmü, hikmeti ve gayesi hasıl olsun. Sözde isabet Hakk’a, fiilde isabet hayra yöneliktir.

"Şunun hikmeti veya hakikatı şudur" demek yerine, "fıkhı şudur"  da denilebilir. Hikmet gibi fıkıh da derin bilgi ile amaç ve maksadı kavramak ve faydalı iş anlamına gelir. "Allah kime hayır murad ederse onu dinde fakih kılar" hadisi şerifi bize hikmetin fıkıh manasına da geldiğini göstermektedir. İnsanın varlıklardaki sanatı okurken kendini ve Allah tarafından kendisi için belirlenen kuralları, o kuralları yerine getirebilmek yapması gereken görevlerini yerine getirmesidir fıkıh. Fakih (Fıkha hakim) olabilmek için fıkhın dayandığı temellerin neler olduğunu da bilmek şarttır.  Çünkü fıkıh hem teorik, hem pratik yanları olan bir ilim olduğu için, bildiğini yaşama işiyle de yakından ilgili bir ilimdir. Yani öğrendiği ilmi ile amel etmeyen hikmete hakim olamaz ve kendisine fakih adı verilemez.

Her marifet hikmet olamaz, işin özünü, varlıkların özündeki manaları kavramak da şarttır. Varlıkların içyüzündeki gerçeği ve o gerçeğin gerektirdiği özellikleri tanımak ve o özelliğin değişik amaçları nasıl yönlendirdiğini anlamak gerekir. Yani varlıklar arasındaki sebep sonuç ilişkilerini ve etkileşim düzenini izleyip, varlıkların özünü ve amaçlarını kavramaktır hikmet.

"Varlıkların hakikatını tanımak" diye tarif edilen hikmet bilgisi bu anlamda bir hikmet bilgisi ancak peygamberlerde ve büyük velîlerde bulunabilir. Çünkü, peygamberlik hem ilmî, hem amelî yönden ilâhî ihsan eseri olan hikmetin en yüksek mertebesini ifade eder.

Eşyanın arkasında gizli olan sırları keşfeden, hakikatini anlayan insan, görüneni de görünmeyeni de çepeçevre kuşatan Zat hakkında daha da meraklanır. Sürekli yeni arayışlara girer. Bu konuma gelen kişi “kavradım ve tam anladım” manasına gelen “hayret makamı”na ermiştir. Bakarken bile farklı buudlarda dolaşan,bakışları yer yer bulanıp değişen ve biraz da şaşkınlaşan bu kişi, artık varlıklara daha farklı bir gözle bakar. Farklı görür, farklı hisseder. Daima Allah’a ulaşma azmi içindedir. İşte ilahi isimlerin yansımalarını görüp duyabilecek bir kalbi ve wşyanın arkasındaki gizli sırları hissedebilecek güçlü hisleri yine veren Allah’tır.

Hikmet, Allah'ın emirlerini ve yasaklarını, peygamberin getirdiği mesajları doğru anlamaktır.  Kur’an-ı Kerim’deki ayetleri ve hadisleri okurken; ne zaman, niçin, nasıl sorularının cevaplarını iyi kavramak gerekir. Çünkü sonradan hükmü kalkmış olanlar olabilir. Kıyas ve icma metodları ile günümüzdeki bazı konuların ayrıntılı açıklanması gerekebilir. Yani hikmet açısından sebep ve sonuçların birlikte değerlendirilmesi ve bu şekilde emirleri doğru anlayarak uygulamaya koymak gerekir. O yüzdendir ki, birisi bir ayeti okuyunca anladığı bir cümle iken, başka birisi o ayet hakkında kitap bile  yazabilir.

Kur’an, kainat ve insan arasındaki münasebetin iyi kavranmasıdır hikmet. Çünkü, kainat Allah’ın kudret ve iradesi ile meydana gelmiş adeta milyarlarca sayfası olan bir kitaptır. İnsan, bu kitabın bir özeti ve fihristidir. Kur’an ise, kainat ve insanın yaratılış manasını ilahi ifadelerle anlatan bir kitaptır. Peygamber efendimiz ise, bunu en iyi şekilde kavrayan insandır. İşte bu hakikati kavrayana hikmet verilmiş demektir.

Hikmetin bütün sırları Allah’ın sarsılmayan ve aksamayan kurulu düzeni içindedir. O yüzden insan kendine verilen hikmet henüz bilinmiyorsa bir şeyi icad etmiş olur. Yani icad için gerekli sebebi görmüş olur. Yine Allah C.C. insanlara basit ve geçici bir düzen kurabilme yetenğini vermiştir. Bundan dolayıdır ki, insanoğlu ortaya koyduğu düzende ilâhî yaratışın ortaya çıkmasına bir araç olduğundan ve aynı yolda O'nun bir vekili durumunda  olduğundan bir değer ifade etmektedir. Yani Allah’ın hikmeti kullarının yararına olan şeyleri yaratmak şeklinde tecelli ederken, insanların hikmeti de başka insanların yararına şeyler ortaya çıkmaktadır.

Hikmet insanı, yaratılış anındaki ilk yerleştirildiği yeri veya yaratılmış olan mevcut düzendeki yerinin ne olduğunu keşfedip kavrayarak, varlık aleminde her şeyi yerli yerine koyandır.

İlmini bilgisizlikten, icraatını zulüm ve haksızlıktan, ikram ve ihsanını cimrilikten, hoşgörüsünü bunaklıktan arındıran kişi, sorumluluk duygusu içinde kendisine ve kainata hakim olmaya çalışır. Düzen ve hakimiyette gücü yettiği kadarıyla yüce yaratıcıya benzemeye çalışır.

İnsanın sözüyle davranışlarının biribiriyle uyumlu olması gerekir. Konuşmaları, davranışları ve tavırları her daim Allah’ın huzurunda olduğunun farkında olarak şekillenmelidir.

İşte hikmet, Allah'ın ahlâkı ile ahlâklanmaktır. Bunu sağlamak için ise vicdan mahkemesini sürekli canlı tutmaklıdır. Nitekim bir hadîsi şerifte, "Allah'ın ahlâkı ile ahlâklanın." buyurulmuştur. Yine Nûn Sûresinde Peygamber (s.a.v.) Efendimiz hakkında, "Doğrusu sen büyük bir ahlâk üzere yaratıldın." (Kalem, 68/4) buyuruldu. İlahî ahlâk  Kur'ân ahlâkıdır. "Ben ahlâk yüceliklerini kemale erdirmek için gönderildim." hadîsi şerifi ise bize  Peygamber Efendimizin peygamber olarak gönderilişinin sırrı ve ikmetini gösterir.

Herhangi bir bilgiye hikmet denebilmesi için,  hem ilmî temellere dayanması, hem de kötülüğü ve zararı amaçlamamış olması gerekir. İlâhî hikmetin içinde ne kuru ve nazarî bilgi vardır, ne de tesadüfe dayanan bir hareket. Bundan dolayı nazarî bilgiler ve tesadüfler bilgisizliğin ifadesidir ve bunlarda hikmet yoktur. Ve âlemde görülen hikmet, mutlak hakîm olan Allah'ın gücünden ve hikmetindendir. İşte temeli iman olan insandaki hikmetin amacı da O'nun kurduğu düzendeki incelikleri, kanun ve kurallarını ve sebep sonuç açısından işleyiş şeklini anlamaya çalışmak, ona gore yaşamak, O’nun ahlâkıyla ahlâklanmak ve her işinde doğru ve faydalı olanı yapmaktır.

Hikmetin başı olan akıl ve kaynağı olan kalb ilâhî bir ihsan olduğundan, bunların eserleri olan fiil ve hareketler de, kazanarak elde etme bakımından sebeplere bağlı olaraktan yine ilâhî ihsan eseridir. İşte; "O dilediğine hikmeti verir." ifadesi, kayıtsız şartsız iki ilişkiyi birlikte ifade eder.

Sebepsiz bir işaret olan hikmet bir nurdur ki, vesvese ile gerçek makâm arasındaki fark bununla kestirilir.  Öncesinde herhangi bir sebebe bağlı olmadan, Hak Teâlâ'nın kayıtsız şartsız lütfettiği, içinde şek ve şüphe, zaaf ve fesat ihtimali bulunmayan, niçin ve neden diye sormaya hacet bırakmayan işarettir. Bütün hallere Hakk’ı tanık tutmak, Allah’ın huzurunda olduğumuzu unutmadan elde edinilen ve hayata koyulan bilgiler ve ameller ile dünya düzenini sağlamaktır. İlhama mazhar olanlar için saklanan bir sır, ledünni birr ilim  hükmünde olan hikmet; ruhların rahatı, dinginliği, huzuru ve güvenliğinin son durağıdır.

Hikmeti tarif ederken; ilim, amel, kalb ve vicdan eksenlerinde bir çerçeve çizmek gerekir.   Zamana yani geçmiş ve geleceğe göre hikmet ise, ümitsizlik ile ümidin dengede durmasında, ümitle korku arasında kurulan uyumdadır ve bu uyumun sağlamlığındadır.

Hikmet Kur’an’da dört türlü tefsir edilir:
1- "Ve Allah'ın size indirdiği kitap ile size öğüt vermek için indirdiği hikmet." (Bakara, 2/231) Yani hikmet Kur’an’ın öğütleridir.
2-"Andolsun ki, Biz Lokman'a hikmet verdik." (Lokman, 31/12) Yani anlamak ve bilmek demektir.
3-"Gerçek şu ki, Biz İbrahim soyuna kitap ve hikmet verdik." (Nisa, 4/54) ve "Ve Allah Davud'a hükümdarlık ve hikmet verdi." (Bakara, 2/251) âyetlerinde ise peygamberlik manası vardır.
4- İnce sırları ile Kur'ân demektir ki, "Rabbinin yoluna hikmetle davet et." (Nahl, 16/125) ve yine bu âyetteki "Her kime hikmet verilmişse ona çok hayır verilmiş demektir." bu anlamdadır.
Hikmet, kainatı bir kitap gibi okuyan, inceleyen, araştıran, keşfeden ve esmanın yansımalarını gören insanın; onda görüp sezeceği fayda, tecrübe, dert, derman, sebep sonuç münasebeti arasındaki alakaları kavramasıdır. Kainat üzerinde düşünen ve sonuçlar elde eden insana, katettiği her mesafe zevk verdiğinden, her defasında birr yenisine yönelir. Bu bakımdan hikmet, kainat ve insan üzerinde derinlemesine mütalaa etmektir.

Çamurlu, yağmurlu bir bahar mevsiminde toprak perdesi altında nihayetsiz güzel çiçek ve bitkilerin sakllı tebessümlerini görebilmektir maharet. Kainattaki her şeyin arkasındaki rahmetin ve hikmetin güler, güzel yüzlerini görme gayreti kainattaki güzellik dengesini gösterir düşünen insana. Bediüzzaman hazretleri “Cemalin gözünde celal, ne kadar cemildir; celalin gözünde dahi cemal, o kadar celildir”(Mesnevi Nuriye) derken ilahi sanattaki güzelliğin ve estetiğin parçalardaki ve bütündeki görünüşünü anlatmaktadır. Sanatın her bir çeşidinin bütününde büyük bir haşmet, celal ve kudret görülürken; sanatın küçük bir parçasında ise cemal yani eşsiz bir sanat anlayışı içinde güzellik görülür.

Kim baktığı her yerde Allah’ın isimlerinin cilvelerini ve yansımalarını görüyorsa, o hikmeti de kavramış demektir. Çünkü eşyadaki isimleri gören insan, Allah’ı müşahede ediyor gibi olur. Bu anı hisseden insan Allah’ın huzurunda secdeye kapanır. Müthiş bir enginliğe erer. Artık her ses ona Allah’tan gelen bir nağme gibi gelir.

Aslında hikmete dair konular üç makamda ele alınabilir:
1-Faydalı amele götüren bilgi,
2-Bilgiye dayalı olarak ortaya konan faydalı amel,
3-İlimde ve amelde sağlamlık yani edinilen bilgi ile amel etmek
“Bu işin hikmeti nedir?” denildiğinde yapılan bir işteki “sır, gaye, fayda”  manaları anlaşılır ki,  bu da ilimle amel edilmesini, bu ilmin hayata geçirilmesini ve faydalı sonuçlar doğurmasını şart koşar.

Hikmet açısından eşyanın üç farklı boyutu vardır. Allah’ın isimlerinin tecelli ettiği ve o isimlere ayna olan boyutu, ahirete bakan boyutu ve  insanın kendi varlığına ve hayatına bakan boyutu.  Bir güle bakarken bile gülüne faydalı, dikenine faydasız gözüyle bakan bizler, genelde hikmetin üçüncü boyutu üzerinde dururuz. İkinci boyutunu aklımıza bile getiremezken, birinci boyutunu ise anladığımızı zannederiz.

En önemli vazifelerimizden olan tebliğin en büyük esaslarından birisi ise yine hikmettir. Hikmetsiz yapılan tebliğ netice vermeyecektir. Kur’an-ı Kerim’in, “İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütlerle davet et.” (Nahl sûresi, 125. ayet) fermanı bunun en güzel ispatıdır. Diğer bir ispatı ise, hiçbir tahmine, hiçbir yorum ve görüşe gerek kalmaksızın insanlara ilim ve ameli birlikte okutup öğreten Peygamberlerdir. Peygamberlerin anlattığı şekil gizli sırları anlayan fakat hayatına tatbik etmeyen insanlar, her ne kadar varlıkları inceleseler ve bir sürü faydalarını araştırıp keşfetmiş olsalar da, alimdirler ancak hakim olamazlar. Elmalılı Hamdi Yazır’ın ifadesi ile “Hikmet: ilim ve onunla ameldir. Her ikisini cem edemeyene hakim denmez.” Çünkü insanın hikmet ehli olabilmesi, Rabbinin razı olduğu biri olmasına, o da öğrenilen ilmi yaşamaya bağlıdır.

Kainat kitabını Allah namına okumayan insan, ne varlıkların yaratılış hikmetini anlayabilir, ne de varlıkları hikmet hazineleri ile donatarak muhteşem bir sanat eseri olarak yaratan Allahâ ulaşabilir.

Dünya ahiret dengesini iyi muhafaza ederek, dünyaya değeri kadar ahiretede değeri kadar kıymet vermek gerekir. Ancak hayatını hep Allah’ın huzurunda olduğunun farkında olarak yaşayanlar, olayların perde arkasını görebilirler; hikmete açılan bir kapı hükmünde olan engellere takılmadan hakikat bilgisine ulaşabilirler. Kimsenin görmediğini, düşünmediğini düşünen ve sözü söyleyenden çok sözün taşıdığı manayı dikkate alan insanlar, kendilerine yapılan bir iyilikte de esas nimet vereni hiç unutmazken; felaket ve musibet anında ise, daima felaketin etkisini azaltacak ve tekrar mutluluğa yelken açtıracak yollar ararlar.

Allah insanı yaratırken kendi ruhundan üfleyerek hayat vermiştir. Bu yüzden insanların içinde haşa küçük bir ilahlık hissi gizli de olsa vardır. Yanlışla o hisse dokunan küçük dağları ben yarattım demeye başlar. Mazlumu ezmeye başlar Unutur paylaşma hissini. Hayvanın damarları arasından bembeyaz çıkan sütü kendisine vereni unutur. Arının tükürüğünden oluşan balı en lezzetli kılanı unutur. Gökten yağan yağmurun hep yağacağını zanneder. Yerden çıkan suyun hep çıkacağına hükmeder. Düşünmez hiç yaratılanda saklı olan hikmeti. İnsanlar, insana verilen manevi duyguları, nefsin ve dünya için kullanırsa ve dünyada ebedi kalacak gibi gafilce davranırsa, rezil ahlaklara ve israfa ve abesiyete sebeb olur. Ve son söz "insan aldandı" olur.

Yusuf Avcu, İnsan Bir Sanattır 2

Yorumlar