Sanat insanın yüzünde…
İnsan, insanlar… Bir kısmı göçüp
gitmiş, bir kısmı ise daha dünyaya bile gelmemiş. O halde bile milyarlarca
insan var. Her biri farklı bir simaya ve farklı bir bedene sahip. Hepsinin dış
cephesi farklı olduğu gibi iç dünyası da farklı. Esasen her birinin simasında göz, ağız, burun
ve kulak bulunduğu halde hiç birisi birbirine benzemiyor. Ne şimdiki
geçmiştekine, ne geçmişteki gelecektekine benziyor. Ve bu kanun asırlardır hep
devam ediyor.
Ne her insanın göz, kulak, el, ayak
gibi ana hatları ile birbirine benzemesi tesadüf; ne de ana hatları benzediği
halde detay hatlarının kesinlikle farklı olması bir tesadüf. Çünkü bir cihette
bir birinin aynısı olan, diğer cihette birbirinden farklı milyarlarca resmi
küçücük bir alanda çizmek insan için mümkün değildir. Çizilmiş farklı
milyarlarca resmi ayırması da mümkün değildir. Hatta her bir insanın farklı
şekil ve kalıpta olması, insanın gücü, ilmi ve iradesinin çok ötesinde bir
şeydir.
İnsan simasında bulunan her bir gözün
diğer milyarlarca gözden farklı yaratılmış olması ve bebeklikte ve ihtiyarlıkta
dahi farklı kalması bize gücü, ilmi, iradesi ve sanatı sonsuz bir Sanatkâr’ın
eserleri olduğunu gösterir.
Öyle ya göz koyunda da var, dil
öküzde de var. Ama ne koyunun gözü insanınkisi gibi görüyor, ne de öküzün dili
bülbül gibi şakıyor.
Bedeni ve siması ile farklılık
arzeden her bir insan, iç âlemindeki duygularını simasına aksettirirken bile yine
farklı kalıyor.
Eşsiz bir sanat olan insan, her şartta ve koşulda farklı kalıyor. Çünkü
Allah, insanı en güzel surette yaratmış. Her insanı ayrı bir âlem olarak,
değerli bir eser olarak yaratmış.
Bu öyle eşsiz ve benzersiz bir
sanatla nakış nakış işlenmiş bir eser ki; görünen organlarından görünmeyen
organlarına, ruhundan bedenine, aklından his ve duygularına, sindirim
sisteminden solunum sistemine, sinir
sisteminden kan dolaşım sistemine kadar her şeyi milyarlarca benzerlerinden
farklı. Hatta tırnağı, kılı, kanı, teni,
GEN’i, DNA’sı ve parmak izi bile farklı. Ve zaman ve mekân farklılıklarına
rağmen farklı kalmaya devam ediyorlar.
Milyarlarca insan zamanla değişiyor
ama yine de bir evvelkine veya bir sonrakine ya da bir diğerine tam benzemiyor.
Ve insanlar gruplar halinde farklı
kalıplara koyulmuş, yani çeşitli ırklar ve çeşitli renkler halinde
yaratılmıştır. Ne sarı ırktan olan sarı kafalı olmayı önceden seçebilmiştir, ne
de siyah bir zenci zenci olmak istemiyorum diyebilmiştir. Yüce Sanatkâr’ın eserinde
birine sarı diğerine siyah olma vazifesi düşmüştür. Cinsiyet konusu da
böyledir. İnsanı ve diğer tüm mahlûkatları birbirinden farklı kılan, eşsiz ve
benzersiz bir sanat harikası olarak yaratan eşi ve benzeri olmayan Allah’tır.
Milyonlarca sperm arasından sıyrılıp
anne rahmine düşen tek sperm iken, sonra bir kan pıhtısı olan, sonra bir et
parçasına dönüşen, daha sonra ete kemiğe bürünen ve insan suretini alan insan;
elbette bir irade, bir kanun ve kader isimli ilahi bir programa tabi
olmaktadır. Yoksa bu kadar farklılık içerisinde, mükemmel işleyen bir sistem
olarak, düzenli hareketlerle nasıl halden hale girecek ve nasıl farklı kalması
mümkün olacaktır. Ve bütün bunlar olurken, bir taraftan da vücudu oluşturan tüm
hücreler nasıl farklı aralıklarla yılda iki defa kendini yenileyecektir.
İlahi sanatın nakışları ile iç içe
örülü olan insan vücudunun bir diğer özelliği de, bütün sistemlerinin
çalışmasındaki ahenk ve tasarımlarındaki inceliktir. Yiyeceklerden elde edilen
gıdadan içilen sudan tutun da, vücudun en kılcal damarlarında dolaşan kan
oranına varıncaya kadar öyle bir düzen hâkimdir ki, her bir organa, her bir
hücreye ihtiyacını tam ve zamanında yetiştirmektedir. Yenilen her bir yemek,
doğada dağınık bir unsur iken insan vücuduna göre tasarlanıyor ve gerekli
aşamalardan geçtikten sonra vücuttaki en küçük zerrelere varıncaya kadar
ulaştırılıyor. Ve felan insanın bir hücresini oluşturacak bir zerre, o insanın
hücresine gitmek üzere programlanmış ve hiç şaşmadan gidiyor.
Bir de organlarımızın yerleri mevzuu
var ki, bırakın elin yerinde ayak ayağın yerinde el olması ihtimalini, sadece
ayak başparmağımız olmasaydı ayakta duramazdık. Ayak tırnaklarımız el
tırnaklarımız kadar hızlı büyüse idi, büyük bir yük olurdu bizlere. Ağzımızın,
dilimizin şekli farklı olsaydı hasret kalırdık sözlere. Kaşlarımız gözümüzün
altında olsaydı, ya da hiç olmasaydı, bir tuzlu ter damlasına yenik düşerdi
gözümüz. Ya da bir düşünelim, neye benzerdi acaba simamız ve yüzümüz!
Demek ki; her bir insanın siması,
beden ve ruh yapısı, vücudunun işleyişi, duruşu ilahi sanatın farklı
nakışlarıdır. Allah’ın güzel isim ve
sıfatlarının binbir farklı tecellisidir bu farklılığın sebebi. Aslen Allah’ın
isimlerini yansıtmakla vazifeli, bin bir boyutlu ayna gibidir insan.
İlahi isimlere ayna olursa anlar
simasındaki, yüzündeki sanatın değerini.
Ey her gün aynalara bakıp duran
insan! Aynaya manasız bakarsan, görürsün ancak fani bedeni. İyi bakarsan bulursun
bütün âlemleri halk edeni.
O halde, al bir ayna ol bir ayna!
Yusuf Avcu, İnsan Bir Sanattır 1
Yorumlar
Yorum Gönder